5 Kasım 2014 Çarşamba

BİR YARATICININ VARLIĞI KONUSU

Bundan 3 yıl önce hayati öneme sahip gördüğüm ve yaşadığım toplum tarafından doğru kabul edilen bazı görüş, düşünce ve özellikle de inançları sorgulamaya başladım. Öncelikle düşündüğüm bu sorgulamaya nereden başlamam gerektiğiydi ve kararım bir yaratıcının varlığı konusu oldu.

Tüm dünyada muhafazakar toplumlar tarafından yadırganan ''Bir yaratıcı gerçekten var mı?'' sorusu üzerine tarafsızca düşünebilmek için bir Müslüman olduğumu göz ardı ederek yola çıktım ve daha ziyade bilimsel gerçeklerle yaratıcının varlığını kendime kanıtlamaya çalıştım.

İslami toplumlarda genel kanı olan ''Allah'ın varlığını sorgulamak insanı dinden çıkarır.'' düşüncesine her zaman karşı çıkmışımdır. Sorgulanmayı ancak bir diktatör, padişah ya da kral gibi elindeki gücü kaybetme korkusu yaşayanlar reddeder. Ancak tapınılacak şey her ne ise ki Cem Yılmaz'ın dediği gibi isterse krem peynir olsun, bu şey elindeki gücü kaybetme korkusu olmayan ve doğru şekilde sorguladığımızda onun varlığını kanıtlayabileceğimiz kutsal bir güç olmalıydı. Bu düşüncem bana doğru yolda olduğum konusunda cesaret verdi. Yaratıcının varlığını bilimsel gerçeklerle kanıtlamak istediğim için gözlerimi doğaya çevirdim. Coğrafyacı olduğumdan dolayı konuya hakimdim ve açıkçası ilgim de olduğu için bu konuda daha çok bilgi edinmeye karar verdim. Özellikle de Evren'in, Dünya'nın ve canlılığın doğuşuyla ilgili makaleler, kitaplar okuyup belgeseller izledim ve genel İslami düşünceye göre iki çelişkili sonuca vardım ki bunlar yaratıcının ve evrimin varlığıydı. Evrim konusundaki düşüncelerimi daha sonraki yazılarımda açıklamayı düşünüyorum. Bu yazımda yalnızca yaratıcının varlığıyla ilgili düşünceme değineceğim.

Yaratıcının varlığını sorgulamak klasik olarak şüpheci yaklaşımın temel amaçlarından biridir. Bu bağlamda kendime kanıtlama ihtiyacı duyduğum bu konuda kesin bir sonuca ulaştığımı düşünüyorum, her ne kadar şüpheciliğe aykırı olsa da. Gerçi şüphecilik vb. hiçbir felsefi görüşe kesin bir bağlılığın doğru olmadığını da düşünüyorum ki bu sebepten dolayı kendimle çelişmediğime inanmış durumdayım.

Yaratıcının varlığını kendime kanıtlama yöntemim ise yine bilimin ışığı doğrultusunda oldu ki şöyle; maddenin yapıtaşı olan atom dahil Evren'deki hemen her şeyin oluşumu belirli bir sistem dahilinde Büyük Patlama'ya kadar gidiyor. Ancak Büyük Patlama'dan öncesi henüz aydınlatılabilmiş değil ki aydınlatılabilse bile bu muazzam sistemler bütünün tesadüf eseri oluşamayacağı aşikar. Kendi kendine oluşabilme ihtimalini de göz önünde bulundurdum ve ulaştığım sonuç yine aynıydı: bir yaratıcı olmak zorunda. Şimdi burada bu iki şüpheci yaklaşımı ele alalım. Öncelikle tesadüf eseri oluşma düşüncesi; bu muazzam sistemler bütünün, atomik yapılar ve devasa evren dahil, karar verme yetkisi olmayan varlıklar olarak bir yöneticiye ya da en azından bir planlayıcıya ihtiyaç duyması gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki, bir şirket hatta bir yabani hayvan sürüsü bile bir lider, yönetici ya da karar alma mekanizmasına ihtiyaç duyuyorken böyle bir sistemler bütünün ihtiyaç duymaması durumu imkansız. Kendi kendine oluşma düşüncesini ise hep bilindik, basit ''Bir kalemin bile ustası varsa Evren'in mutlaka olmalı.'' cümlesiyle kanıtlama çabasının dışına çıkmak zorunda hissettim kendimi. Daha bilimsel bir açıklaması olmalıydı bu konunun. Bu konuda da sonuca günümüzden 14 milyar yıl öncesine giderek vardım. Büyük Patlama'dan öncesinde ne olduğunu bilemediğimizden benim için son nokta orasıydı. O patlamayı meydana getiren her ne ise bir enerjisi olmalıydı ve o enerjiyi sağlayabilecek bir güç olmalıydı. İşte o güç benim için Yaratıcının gücüydü ve bu konuda bilimsel araştırmalar bizi Büyük Patlama'dan da önceye götürecek bile olsa hep bir güç olmalıydı ve bu var olan güç, yani Yaratıcının gücü, asla ama asla reddedilemezdi.

Sonuç olarak; bir yaratıcının varlığı insanlık adına reddedilemez bir gerçek ve bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin bu gerçek asla ama asla tam olarak yok sayılamayacak.

4 Kasım 2014 Salı

AMAÇ?

Dün akşam hazırlamaya çalıştığım bir sunum beni bir blog açmaya itti. Öyle ki, internette aradığım pek çok şeyin Türkçe kaynağı olmaması beni deli etmişti ve kısıtlı İngilizcemle çeviri yapmak durumunda kaldım.

Toplumumuzda yabancı dilin öneminin sürekli vurgulanması son yıllarda ortaya çıkan ''Türkçe nereye gidiyor?'' gibi soruların ortaya atılmasına sebep olmuştu haklı olarak. Elbette yabancı dil önemli ancak sahip olduğumuz muazzam bir dilimiz var ve kendi dilimizin kendi toplumumuzda ikinci plana atılmaya başlanması büyük bir sorun benim gözümde.

Bu blogda her ne kadar akademik değeri olmasa da pek çok alanda birilerinin işine yarayacak kaynak bilgilere yer vereceğim. Aslında bir genel kültür bloğu gibi görünebilir ama bilgim olduğu pek çok konuda da daha detaylı bilgilere inebilirim diye düşünüyorum ve umarım burada yazacaklarım birilerinin işine yarar.